Prof. Dr. Hamdi Temel


Vefa semtinin adını da mı değiştirsek?


Son günlerde yaşadıklarımdan dolayı, hayatımın en zor yazılarından birini daha yazmak zorunda kalıyorum. Köşe yazılarımı takip edenler bilirler ki hiçbir zaman ümitsizliğe düşmemiş biriyim. Beni tanıyanlar bilir, her zorluğa göğüs geren, yılmayan, etrafıma ümit vermeye çalışan ya da teşvik eden biriyimdir.

Hatta çok yakın bir mesai arkadaşım demişti ki “hocam, kelime dağarcığınızda hayır kelimesini hiç görmedim. Aman dikkat edin lütfen” diye defalarca da dostça uyarılmışım. Ben yine de insanlara yardım etmeyi ve herkesin problemlerini çözmeyi kendime şiar edinmiş ve yapabileceğim bir şey var ise eğip bükmeden yapmışımdır.

Hiçbir zaman iş yapmaktan kaçınmayan, devletim bana görev verdiği zaman ailemi hatta sağlığımı dahi feda ederek hafta sonlarımda bile mesai yapmışımdır.  Verilen her görevi layığı ile yaptığıma inanıyorum.

Yeni bir fakültenin kurulmasının ne kadar zor olduğunu herkes bilir,  bu zorluğa rağmen yeni bir fakülte kurup, öğretim elemanlarını alıp, yüksek lisans ve doktora yapmalarını sağlayarak yetiştirmişimdir. Araştırma Laboratuvarlarını eksiksiz projeler ile donatarak,  dünyanın en iyi araştırma merkezlerinden biri haline getirmek için binasının yapımı, uzmanlarının yetiştirilmesi ve akredite edilmesi için çalışmışımdır. Sempozyumlar, çalıştaylar, konferanslar ve sosyal programlar düzenlemişimdir. Yurt dışından öğrencilere doktora ve post doktora yapmaları için kapılarımızı açmışımdır. Vatandaşlarımızla her zaman bütünleşmeye çalışmışımdır. Bilimsel makaleler uluslararası ödüller ve patentler ile dünya da ses getiren işler yaparak, kitaplar yazarak kamuoyunda hep gündemde olmuşumdur.

Yetiştirdiğim öğrenciler profesör, doçent olmuş, Türkiye’nin değişik illerinde hizmet vermektedir.

Televizyon ve radyo programları ile hem üniversitemizi hem de yaşadığımız ilimizi tanıtmışız... Bunlar saymakla bitmez, bizi bilen de bilir zaten…

Ama ne yazık ki, yaptıklarımızın dünya da bir karşılığı yokmuş. Ne bir takdir, ne bir vefa…

Bu sıralar üst üste gelen vefasızlıklar beni müthiş bir şekilde ümitsizliğe itmişti. Fakat daha önce okuduğum aşağıdaki hikâye aklıma geldi;

Hintli bir adam suda bata çıka ilerlemeye çalışan bir akrep görür. Onu kurtarmaya karar verir ve parmağını uzatır ama akrep onu sokar. Hintli tekrar akrebi sudan kurtarmaya çalışır ama akrep onu tekrar sokar. Yakınlardaki başka birisi ona, onu sürekli sokmaya çalışan akrebi kurtarmaya çalışmaktan vazgeçmesini söyler. Ama Hintli adam söyle der:

“Sokmak akrebin doğasında vardır. Benim doğamda ise sevmek var. Neden sokmak akrebin doğasında var diye kendi doğamda olan sevmekten vazgeçeyim?”

Yine, Mehmet Akif’in vefa ile ilgili bir hatırası da şöyle idi;

Mehmet Akif, kızının nikâh akdine çok sevdiği ahbabından olan Bosnalı Ali Şevki Efendi’yi dâvet etmiş. Yaşlı hoca efendi bu dâvete biraz geç gelmiş ve gecikme sebebi olarak da Vefa Yokuşu’ndan çıkışının biraz vakit aldığını söylemiş. Merhum Akif de bu yerinde mazereti, yerinde bir hakikatle mezcederek mütebessim ve manidar şekilde şöyle cevaplamış:

“–Hangi Vefa Yokuşu’ndan bahsediyorsun hoca efendi? Şimdiki nesil, o yokuşu çoktan düzledi.”

Bu vefa hikâyeleri anlatmak ile bitmez.  Aklıma geldikçe de hayatım boyunca yaptıklarımın doğru olduğunu anladım. Yine insanlara elimden geldiğince tabii ki yardım edeceğim, ülkeme ömrüm yettikçe yine bir taş daha koymaya çalışacağım. Buna kimse engel de olamaz.

Ama işte her şeyin kirlendiği bu dünyada   “vefa” günümüzde semt adlarında kalmış ve oralarda sıkışmış. Şu günlerde ise ne yazık ki ümitsizliğim tavan yapmış durumda ve acaba diyorum: Vefa semtlerinin adını mı değiştirsek, ya da vefasızları hayatımızdan mı çıkarsak? Ya da boş verelim, biz bildiğimizi onlarda bildiklerini okusunlar. Siz ne dersiniz?...